Ermeni Meselesi

Uzun yıllar boyunca çeşitli etnik kimlikleri bünyesi altında bulunduran Osmanlı İmparatorluğu 1798 yılında meydana gelen Fransız İhtilali'nin tüm dünyaya yaydığı ''milliyetçilik'' fikri doğrultusunda tıpkı diğer tüm çok uluslu imparatorluklar gibi isyan ve kalkışmalarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. İlk olarak Sırplar ve Rumlar sonrasında ise bu yazımızın da konusu olan Ermeniler, milliyetçilik duygusunun kendilerine işlemesiyle beraber kendi devletlerini kurma idealleriyle isyan ve taşkınlıklar yapmışlardır. Osmanlı toprakları üzerinde uzun yıllar boyunca hoşgörü ve refah içinde yaşayan hatta Millet-i Sadıka unvanını hak edecek kadar güvenilir olan Ermenilerin Türklerle ilişkisinin bozulması ve bu meselenin daha ciddi bir boyuta çıkmasında sadece bu fikrin etkisi olduğunu pekâlâ söyleyemeyiz.
Ermenilerin bağımsızlık istemesinin ve bu doğrultuda taşkınlık yapmalarının altında yatan temel sebep milliyetçilik akımı olsa da Ermenilere yapılanlar bu kadar yakın tarihe dayanmıyor. 1020’li yıllarda Bizans bölgede hakimdi. Ermeniler ise Bizans’ın boyunduruğu altındaydı. Hatta Ermeniler tarihte ilk kez Bizans tarafından tehcir edilmişlerdir. Van’daki Ermeniler İç Anadolu’ya gönderilmiş ve Ermeni halkına mezhep farkı yüzünden epey bir baskı yapılmıştır. Bu yüzden de Ermeniler ile Bizans halkı esasen kanlı bıçaklı konuma gelmiştir. Öyle ki 1071’e kadar yani Türkler resmen Anadolu’ya girene kadar 4 Ermeni Prensliği bizzat Bizans tarafından yok edilmiştir. Yani Ermeniler zaten bağımsız yaşayan bir halk değillerdi. Ermenilere asıl bağımsızlık Türkler ile gelmiştir. Alparslan önce Ermeni Kralı David ile anlaşma yapmış, onu himaye altına almış ve korumuş devamında da Melikşah zamanında Ermenilerden epey bir vergi kaldırılmıştır. Esasında bütün Selçuklu zamanında ve devamında da Osmanlı kurulduğundan itibaren Orhan Bey zamanından beri Ermenilerle Türkler dostluk içinde yaşamışlardır. Zira hem Bursa’daki Ermeni Patrikliği hemen resmen tanınmış hem de 2.Mehmet zamanında Ermeni Patriği 1.Hovagim İstanbul’a çağrılmış ve İstanbul Ermenileri ruhani lideri ilan edilerek, ilk patrik unvanını almıştır. Bu sayede Ermeniler Osmanlı ve Selçuklu zamanında gayet özgür, imtiyazlı ve dini özgürlüğüne sahip bir şekilde yaşamışlardır.
Türklerin diğer milletlerle huzurlu ve hoşgörülü bir yaşam sürmesinin Ermenilere verdiği rahatlık sayesinde özellikle İstanbul’da yoğun bir Ermeni nüfusu oluşmuştur. Öyle ki 1800’lü yıllarda bu nüfus 150.000 kişiye ulaşmıştır [1] ve Dünya’nın en büyük Ermeni cemaati İstanbul’dadır. Ermeniler askerden muaf tutulmuşlardır ve devlette önemli makamlara gelmelerine izin verilmiştir. Hatta bu yüzden “Millet-i Sadıka” yani sadık millet adını almışlardır.
Zaman içerisinde Osmanlı zayıflamaya başlayınca, Rumlardan boşalan makamlara da Ermeniler geçince, özellikle birçok konsolosluk ve katiplik ekseriyetle Ermeniler tarafından kontrol edilince, (Ali Paşa zamanında bu hakimiyet en zirveye ulaşmıştır.) Ermeniler zamanla Türklerden kurtulmak ve her yere kendi akrabalarını veya kendi ırkdaşlarını almak istemişlerdir. Ermeni inancı ile Osmanlı inancı yani İslamiyet zıt düştüğünden dolayı zamanla araya bir uçurum girmeye başlamıştır. Halbuki Ermeniler bir bakıma Türkler sayesinde ayakta kalmıştır. Ermeniler, eğer Osmanlı, Selçuklu, Türk Kavimleri olmasaydı muhtemelen Bizans ve Avrupa’nın zulmüyle en fazla tarih kitaplarında kalabilecekti. Zira Ermenistan’ın kurulma sebebi dahi Osmanlı’ya karşı gelmektir.
,
İşler Nasıl Karıştı?
,
Aslında bu olayların altında yatan klişe iki sebep var. Propaganda ve Milliyetçilik. Zira 19.yy’da Milliyetçilik akımı bütün dünyada yayılmaya başlamıştı. Yani her toplum özerk bir kimlik kazanmak istemişti. Osmanlı iyice zayıfladığından dış ülkeler Osmanlı’yı bölmek, parçalamak ve en büyük payı almak niyetinde olmuşlardı. [2] Bu durum 1.Dünya Savaşı’nda dahi görülmüştür; Akdeniz’de Fransızlar, Doğu tarafında Ruslar, Ege tarafında Yunanlar ve İstanbul ve çevresinde İngilizler. Bu ülkeler en sonunda pastadan en büyük payı alabilmek için kendi aralarında kavga etmeye başlamışlardır. Ama bu bir süreçtir. Osmanlı 1.Dünya Savaşı’ndan önce zaten 100 yıl boyunca adım adım parçalanmıştır. Her bölgeden toprak kaybetmiş, yer yer de birtakım isyanlar çıkarılmış ve halk iyice Osmanlı tebaası olmaktan uzaklaşmıştır. Bir de iş İslami bir coğrafyada yaşayan Hristiyan bir halka geldiğinde elbette çıkarı olsa da olmasa da birçok ülke Hristiyan kardeşliği adı altında olaya et atmıştır.
Proje 18.yy’da başlıyor. Önce Fransa Ermenileri Protestanlaştırmak maksadıyla birtakım misyonerler gönderiyor ve ardından diğer ülkelerin de müdahalesiyle %10’luk bir bölüm Protestanlaştırılıyor. Yani Ermeniler aslında önce kendi aralarında bölünüyorlar. Kendi içinde bile tam anlamıyla birlik sağlayamayan bir grubun Osmanlı’ya da bir uyum sağlaması öngörülemez hale geliyor. Ermeniler önce Osmanlı’ya karşı düşmanlaşıyorlar, ardından da Milliyetçiliğin getirdiği duyguyla başka bir ülke kurmak istiyorlar.
Osmanlı ile Rusya arasında yapılan son savaşın sonucunda Ruslar Ayastefanos’a geldiği zaman barış antlaşmasına Ermenilerin lehine maddeler koydurmuştur. 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos antlaşmasının 16.maddesi gereğince Osmanlı Ermenilerin yaşadığı bölgelerde o yerin ihtiyaçlarına göre gerekli ıslahat ve düzenlemeleri yapmayı taahhüt etmiştir.[3] Ancak Rusya’nın Balkanlar’da fazla toprak kazanmasından rahatsız olan Avrupa devletlerinin teşebbüsleri ile 1878’de Ayastefanos yerine Berlin Antlaşması imzalanmıştır. Ermenilerin lehine koyulan Ayastefanos’ta 16.madde, Berlin Antlaşması’nda 61.maddeye alınıyor ve Osmanlı’ya bu sorumluluk yükleniyor. Söz konusu maddenin uygulanması için İngiltere Osmanlı’ya nota vermiştir. Osmanlı ise bu notaya karşılık olarak maddenin uygulanabilmesi için gerekli araştırmaları yaptığını ve uygun ortam sağlamaya çalıştığını belirtmiştir. Daha sonra Osmanlı verdiği notada nasıl bir yol izleyeceğini ve nasıl bir ıslahat yapılacağını açıklıyor fakat İngiltere dahil 5 ülke (Almanya, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan, İtalya) öne sürülen tekliflerin 61.maddeye uygun olmadığını belirterek kabul etmiyorlar. Bu iki önemli nota karşılıklı verildikten sonra fiilen bir şey yapıldığı bilinmemekle beraber sorun kendi haline bırakılmıştır.
,
Sason/Talori İsyanı
,
1890 yılına kadar kendi halinde olan bu sorun 1890 Haziran ayında Erzurum’da Ermeniler ile Müslümanlar arasında iki taraftan da ölümlerin olduğu bir olayın meydana gelmesiyle kendini göstermiştir. Bu olay ilerde Anadolu’da ortaya çıkacak olayların ilki niteliğinde olmuştur. Daha sonra Sason/Talori isyanı kendini göstermiştir. 1894 yılında Sason’da (günümüzde Batman iline bağlı bir ilçe olmakla beraber Diyarbakır ile Muş arasında kalan dağlık bir bölge) Ermenilerin, Bekran aşiretinin Talori vadisinden çıkmasını istemeleri üzerine çıkan bir isyandır. Ermeniler sağladıkları birlik ve beraberlikle Bekran aşiretini zalim ve kendilerini mazlum göstermeyi başarmışlardır. Aradıkları fırsatı yakalayan Ermeniler, çeşitli yerlerden getirdikleri Ermenileri bu vadiye yerleştirerek toplam 17 köy kurmuşlar ve nüfuslarını çoğaltmışlardır. Talori vadisini Kürt nüfustan temizledikten sonra Ermeniler, bu çevreyi kendileri için üs edinmişlerdir. İsyanın lideri Mihran Damadyan bu çevreye gelip, Müslümanlara karşı çete faaliyetlerini ve orda yaşayan Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne vergi vermemesi girişimlerini başlatmıştır. Yakalanıp idam kararı alan Damadyan daha sonra serbest bırakılmış, yerine Hamparsum Boyacıyan, Murat takma adıyla gelmiştir. Boyacıyan kendini bir Avrupalı olarak tanıtmış ve Ermenileri tahrik etmeye başlamıştır. İsyan ettikleri taktirde bütün Avrupalı devletlerden himaye görecekleri, bir Ermeni Devleti’nin kurulmasına bütün Avrupa devletlerinin destek vereceği söylenmiştir. Osmanlı Devleti’nin ve Müslümanların dikkatini çekmemek için de Murat kod adını kullanmıştır.
Ermeniler tahrikler sonucunda 1893’te çevredeki Müslüman halka saldırmaya başlamışlardır. Ardından Bekran ve Hayan aşiretleri de Ermenilerle çatışmaya başlamışlardır. Önlem almakta ve müdahale etmekte geç kalan Osmanlı, olayları bastırmışsa da Ermenilerin ve Müslümanların kayıp vermesine engel olamamıştır.
1893’teki isyan başarısız olunca 1894’te daha planlı ve büyük bir isyan düzenlenmiştir. Mayıs 1894’ten itibaren başlayan isyanın elebaşı yine Hamparsum Boyacıyan’dır. Ermeniler silahlanmalarını tamamlayınca Müslümanlara tekrar saldırmışlardır. Çeşitli aşiretlere yaptıkları saldırılarda otuz kadar Müslüman’ı öldürmüşlerdir. Böylece olaylar ateşlenmiş ve isyana binlerce Ermeni çetesinin katılımı sağlanmış ve isyan büyük bir boyut kazanmıştır. Osmanlı Devleti tarafından isyan bastırılsa da Boyacıyan hedeflerine ulaşmış, Avrupa’nın gündemine Ermeni konusunu yerleştirmiştir. İngiltere, Rusya ve Fransa isyan bölgesine inceleme amaçlı heyet göndermek istemişler ve bu isteklerini kabul ettirmişlerdir. Sonuç olarak Sason isyanını incelemek için “Tahkik Heyeti” kurulmuştur.
Sason isyanıyla birlikte Avrupa devletleri Osmanlı’nın içişlerine karışma fırsatı bulmuştur. Bunda aslında Osmanlı’nın güçsüzlüğü etkili olsa da bir yandan da Avrupalı devletlerin çifte standartlı yaklaşımlarının da etkisi mevcuttur. Sason isyanı Avrupa’da çok farklı şekilde yankılanmıştır. Türk milleti zalim olarak gösterilirken, Ermeniler mazlum ve zavallı olarak lanse edilmiş ve bir Ermeni katliamı gösterilmeye çalışılmıştır. İngiltere bu isyanın incelenmesi için büyük çaba sarf etmiş ve bir inceleme komisyonunu Osmanlı’ya kurdurtmuştur. Yani Osmanlı’nın iç işleri ile ilgili bir konuda, bu topraklara sahip olmak isteyen ülkelerin temsilcilerinin bulunduğu bir komisyon kurulmuştur.
Bu olaya sonuç olarak bakıldığında, önce bir olay çıkarılıyor. Sonra bu olayla ilgili bir kamuoyu oluşturuluyor ki olay gerçeği tam anlamıyla yansıtmadığı için kamuoyu da tam anlamıyla gerçeği yansıtmıyor. Daha sonra çıkan olayın askeri bir yolla çözüme kavuşturulacağını varsayarak aynı zamanda suç da işlenebilir anlayışı ile hareket ediliyor ve sonra Osmanlı Avrupalıların tabiri ile suçüstü yakalanıyor. İlk büyük isyanda gerçekleştirilen bu olay örgüsü ilerleyen dönemlerde meydana gelecek isyanların temelini atıyor.
,
Zeytun İsyanı
,
Ermenilerin en bilindik ve en çok isyan yaptıkları yer Zeytun’dur. Zeytun, günümüzde Kahramanmaraş’a bağlı Süleymanlı ismi ile bilinen bir yerleşim yeridir. Zamanında Hınçak Komitesi için de önemli bir faaliyet alanı olmuştur. Zeytun’da 1545’ten Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar isyanlar devam etmiştir. Zeytun Ermenileri ve Müslümanlar arasında sürekli anlaşmazlıklar çıkmış ve zaman zaman ölümle sonuçlanmıştır.
Zeytun Ermenilerinin en büyük isyanı 1895’te başlayıp 1896’da biten isyandır. Bu isyanın nedenlerinden biri Ermeniler lehine düzenlemeler içeren Islahat Projesi’nde dikkatleri bölgeye çekmektir. Daha önceki isyanlarda olduğu gibi Avrupalı devletler Ermenilere desteğini baştan sona sürdürmüştür. Bu isyanı Hınçak komitesi mensubu Aghassi önderliğinde bazı kişiler organize etmiştir. Bu isyanın bastırılamamasının sebepleri arasında Zeytun’un coğrafi konumunun avantajlı olması, Zeytun Kışlası’nın asker ve teçhizatlarla birlikte Ermenilerde olması yer almaktadır. Aynı zamanda Osmanlı açısından bölgeye giden askerlerin kalacak yerinin olmaması, askerlerin Zeytun’u topa tutma önerisine kadın ve çocukların da ölmesi ihtimaliyle 2.Abdülhamit’in karşı çıkması, isyanın bastırılamamasında etkili olmuştur. Osmanlı çoğu duruma sert tepki gösterse de aldığı kararları uygulamaya koyamamıştır. Büyük devletler arabulucu rolünü üstlenerek şubat ayı başında konuyla ilgili uzlaşma sağlattırdı. Buna göre Osmanlı isyanın elebaşları da dahil olmak üzere genel af çıkaracaktı.
En ağır isyanlardan olan 1895 Zeytun isyanında Zeytun’a bir Hristiyan kaymakam tayin edilmiş, orada görev yapacak memurlar ve askerler de Zeytun’dan seçilmiştir. Zeytunluların vergi borçları affedilecek, Ermenilerin silahları kendilerinde kalacak ve çevredeki Türk ve Çerkezlerin silahları toplanacaktı. Bütün bunların Avrupalı devletler gözetiminde gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir. Bunun için Maraş’ta Büyük Devletler tarafından konsolosluklar kurulması öngörülerek Zeytun Ermenilerinin can, mal, şeref, din ve hürriyeti Avrupalı devletler tarafından garanti edilmesi istenmiştir.
Zeytun Ermenileri, I. Dünya savaşı esnasında Osmanlı’yı zora soktu. Ermeniler seferberlik çağrısını dikkate almadı. İtilaf Devletleri ise Osmanlı Devleti’ne karşı iç cephe açmaya çalıştı. Zeytun bunun için en uygun yer olarak belirlendi. Ermeni ordusunun görevi Dördüncü Ordu’nun ikmal hatlarını kesmek ve Osmanlı kuvvetlerini tetikte tutmaktı. Bundan sonra Zeytun, firarilerin toplanma yeri haline geldi. Ermeniler çevredeki Müslüman köylerine baskın düzenleyerek yolları kapattı. Geçerken Osmanlı askerlerine saldırdılar. Osmanlı Devleti bunun üzerine Zeytun cephesine asker gönderdi. Zeytun’a yönelik askeri operasyonda aralarında Binbaşı Süleyman Bey’in de bulunduğu 9 Osmanlı askeri şehit oldu, çok sayıda asker de yaralandı. 32 isyancı öldürülmüş, gerisi kaçmıştır. Zeytun Ermenilerinin ülkede askeri müdahale yapacağı varsayıldığından hükümet, önde gelen Zeytun Ermenileri ve ailelerini başka bölgelere sürme kararı aldı. Alınan bu kararın ardından Zeytunlu 35 aileden oluşan ilk konvoy Konya’ya doğru yola çıktı. Zeytun’un adı Binbaşı Süleyman Bey’in anısına “Süleymanlı” olarak değiştirildi.
,
2.Abdülhamit’e Suikast Girişimi
,
1895 ve 1896 yıllarında en büyük eylemlerini gerçekleştiren fakat istedikleri sonucu alamayan Ermeniler, 2.Abdülhamid’e suikast yapmak başta olmak üzere başka büyük eylemler yapmayı planlayarak büyük devletlerin dikkatini çekmeyi ve Osmanlı’yı zayıf göstermeyi hedeflemişlerdir. Bu çerçevede Ocak 1904’te Sofya’da toplanan Taşnak Kongresi’nde İstanbul ve İzmir’de yoğun eylemler yapılması kararlaştırıldı. Bunun sonucunda 2.Abdülhamit’e suikast düzenlenecek, ardından hükümet merkezi, Galata köprüsü, tüneller, Osmanlı bankaları, yabancı elçilikler ve daha birçok özel ve resmi kurum patlatılacaktı. Böylece büyük bir kargaşa çıkarılacak, büyük bir devrim yaşanacaktı. İstanbul ateşe ve kana gömülecek, ardından Avrupalı devletlerin müdahalesi gerçekleşecekti.
Ermeni komite üyeleri aldıkları karar neticesinde suikast hazırlıklarına başladı. Organizatörler arasında Rus Ermenileri Samuel Fain (Kristafor Mikaelyan), kızı Robina Fain ve Lipa Rips (Konstantin Kabulyan) en önemli rolü oynadı. Anarşist bir ruha sahip olan Belçikalı Edward Jorris ile temasa geçtiler.
Suikastçılar, 2.Abdülhamid’in hareketlerini takip etmeye başladılar. Hareket için en uygun zamanın padişahın Yıldız Camii’ne gittiği ve resmî törenin yapıldığı cuma günü olmasına karar verdiler. Padişahın camiden çıkıp arabasına ulaşması ve namaz sonrası hareket geçmesi, suikastçılar tarafından yapılan gözlemle tahmini olarak hesaplanmıştı. Buna göre camiden saatli bombalı bir araba getirilecek ve tam padişahın arabası geçerken patlatılacaktı.
Ermeni suikastçılar, planladıkları gibi Yıldız Camii’ne geldiler. Namaz bitince de saatli bombayı tahminlerine göre planlayarak harekete geçirdiler. Fakat namaz bitince Şeyhülislam Cemaleddin Efendi padişahın yanına gelerek sohbet etmeye başladı. Ermeniler namaz çıkışı padişahın arabasına yürüme süresini hesap ettikleri için Şeyhülislam’ın padişahla sohbeti Ermenilerin planlarını suya düşürdü. Saatli bomba padişah arabaya binmeden büyük bir gürültü ile patladı. Araba çevresindeki birçok vatandaş vefat ederken padişahın Şeyhülislam ile kısa süreli sohbeti suikasttan kurtulmasını sağladı.
Ermenilerin 2.Abdülhamit’e düzenlediği bu suikast ertesi gün gazetelerde yayınlanarak insanlara duyuruldu. Hem ülke içinde hem de ülke dışında saldırıya büyük tepkiler gösterildi. Dönemin tüm yöneticileri ve devlet başkanları kınama mesajları göndermişlerdir.
Osmanlı tarafından olayın aydınlatılması adına gerekli soruşturmalar başlatılmış. Bu soruşturmalar sonucunda elebaşılardan Edward Jorris ve bazı suçlular yakalanmıştır. Soruşturma bittikten sonra Jorris mahkeme huzuruna çıkarılmış ve itirafçı olduğu için idam cezasına çarptırılmıştır. Mahkemeden bir gün önce Belçika’nın İstanbul Büyükelçisi, Osmanlı hükümetiyle temasa geçerek 3 Ağustos 1838 tarihli anlaşma uyarınca sanıkların iadesini talep edeceğini bildirdi. Büyükelçiye göre, tutuklanmasından bu yana hükümet mümkün olan her türlü çabayı göstermişti ve olay tamamen açıklığa kavuşmuştu, dolayısıyla onu Osmanlı İmparatorluğu'nda tutmanın artık bir artısı yoktu. Jorris suçlu bulunursa cezasını çekmek üzere Belçika'ya iade edilmeli denilmiştir. Osmanlı 1838 tarihli anlaşmayı delil göstererek Belçika’ya öyle bir hakkın tanınmadığını dolayısıyla talebin olumsuz sonuçlandığını belirtmiştir. Bu durum Osmanlı ile Belçika arasında diplomatik kriz ve hukuk savaşı çıkarmıştır. Fakat Jorris zaten idam edilmeyecekti. 2.Abdülhamit idamdan hoşlanmayan bir lider olarak biliniyordu. Bu yüzden Jorris’in idam cezası müebbet hapse çevrilmiştir.
,
1909 Adana Olayları
,
Ermeniler için bir zamanlar kendilerinin hakimiyetinde olduğu söylenen Kilikya’nın restorasyonu ve oradaki Ermenilerin bir kısmının toplanarak Küçük Ermenistan’ın kurulması kutsal amaçlar ve milli ideallerdi.
Olaylar 9 Nisan 1909’da iki Müslüman gencin Ermeniler tarafından öldürülmesiyle başlıyor. Müslümanlar hükümetten katillerin Ermenilerden alınmasını istemiştir. Ermeniler de Müslüman katilleri istemiştir. Aksi taktirde katili teslim etmeyeceklerini açıkladılar. Hükümet ise bunu kabul etmeyip katili yakalamaya çalıştı ancak başarısız oldu.
13 Nisan günü ortaya atılan Ermenilerin Müslümanları öldürdüğü iddiaları ortalığı karıştırmıştır. Gerçek anlamda karşılıklı öldürmeler başladı. Ardından yağmalar, yangınlar çıkmaya başladı. Adana’nın çok büyük bir bölümü yangın yerine dönmüştür. Hükümetin olayları bastıracak yeterli gücünün olmayışı durumun köy ve kasabalara kadar sıçramasına sebep olmuştur. Hatta Tarsus’a kadar olaylar sıçramış ve silah ve cephane kalabalık tarafından yağmalanmıştır. Dörtyol kuşatılmış, olaylar Zeytun’a ve Antakya’ya sıçramıştır.
Hükümet ise tedbir olarak din ve mezhep farkı gözetmeksizin herkesin elinden silahları toplamaya başlamış, önemli görülen yerlere karakollar kurulmuş, tehlikeli görülen bölgelerde devriyeler gezmeye başlamıştır. Ermenilerden ve Müslümanlardan sözü geçen büyükler taraflara gerekli uyarıları yapmış, huzur ve güvenliği sağlamaya çalışmıştır.
Olayların soruşturulması ve araştırılması üzerine mayıs ayında Divan-ı Harb-i Örfi Hey’eti’nin kurulması kararlaştırılmıştır. Bu heyet birçok kişiyi yargılamış ve suçlarına oranla bir cezaya çarptırmıştır. Adana olaylarının teşvikçisinin de aralarında bulunduğu 9 Müslüman 6 Gayrimüslim idam cezasına çarptırılmıştır. Diğerlerine ibret olması açısından da suçlular şehrin muhtelif yerlerine asılmıştır.
,
SONUÇ
,
Genel itibariyle Ermeniler Bizans zamanında zulme uğramış, Selçuklu ve Osmanlı ile de daha huzurlu bir ortama kavuşmuştur. Süregelen zamanda Ermenilerin Avrupalı devletlerin baskısı altında kalarak yaptığı isyanlar, Osmanlı’nın Ermenilere bakış açısını doğal olarak değiştirmiştir.
Kendilerine devlet kurma fikrini dayatan Avrupalılar yüzünden Ermeniler birçok isyan çıkarmışlardır. Bu isyanlar bazen çok büyük bazen ise bastırılması kolay küçük isyanlar olmuştur. İsyanların büyüklüğü ve küçüklüğünün yanı sıra Ermenilerin yaptıklarına genel olarak bakıldığında Osmanlı’nın gözündeki itibarlarının düştüğü çok net söylenebilir.
Yıllardır yaşadıkları huzurlu ortamı sırf kendilerinin ve Avrupalı devletlerin çıkarları uğruna bozan Ermeniler, Osmanlı’yı çok zor durumda bırakmıştır. Yaşanan savaşları kaybeden Osmanlı zaten kötü durumdayken bir de içerde Ermenilerin yaptıklarıyla uğraşması onu daha çok yıpratmıştır.
Osmanlı yaşanan isyanları bastırmakta genel anlamda zorluk çekmiştir. Gayrimüslim veya Müslüman ayırt etmeden öldürmemeye dikkat eden Osmanlı bazı durumlarda buna mecbur kalmıştır.
Sonuç olarak Ermenilerin ve Avrupalıların soykırım diye adlandırdığı olayların altında yatanlara bakıldığında gerçekler görülmektedir. Osmanlı’nın içinde yeni bir devlet kurmak isteyen Ermenilerin yaptıkları isyanlar zor da olsa bastırılmış ve doğal olarak isyan edenler cezalandırılmış ve öldürülmüştür. Daha fazla isyan çıkmaması ve Osmanlı’da huzurun sağlanması açısından Ermeniler çeşitli bölgelere tehcir ettirilmişlerdir. Günümüzde tehcir ve isyanlarda ölenler için Osmanlı’nın soykırım yaptığını söyleyenler mevcut olsa da aslında tehcir ve isyanların altında yatan gerçeklere bakıldığında o günün şartlarına göre normal karşılanmıştır. Ki tehcirin amacı Ermenileri mağdur etmek değil sadece ortak güvenliği tesis etmektir. Tehcir edildiği yerde Ermenilere normal bir yaşam vadedilmiştir.
[1] Süleyman Yeşilyurt, ‘’Ermeni, Yahudi, Rum Asıllı Milletvekilleri’’, Kültür-Sanat Yay. 10.Baskı. S.12
[2] Erdal İlter, “Ermeni Meselesi’nin Doğuşunda ve Gelişmesinde İngiltere’nin Rolü”, OTAM, Sayı:6, s. 160
[3] T.C. BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 53, Ermeni Meselesinin Siyasi Tarihçesi (1877-1914), Münir Süreyya Bey, s.28